Devlerin Kavgası
Alçak gönüllü ya da gururlu insanlar arasında geçen hayat, bana yaşamın gerçek ve bir anlamı olduğunu düşündürürdü eskiden. Tabi bunun da ayırımları olduğunu çok sonraları fark edebildim.
Bu alçak gönüllü gururun aslında aşağılık komplekslerinden gelen, bize yansıttıkları bir yanılgıdan ibaret olduğunu bilemezdim...
Klasik söylenen bir söz vardır, ''insanoğlu kocaman bir hayal kırıklığıdır'' aslında derler.
Beklentiyi ne kadar azaltırsanız azaltın, siz her zaman kendiniz gibi görmeye meyillisinizdir karşınızdakini. Bu bir beklenti değildir oysa, olması gerekendir, siz olması gerekeni yaparsınız fakat bir gün gelir sizi yanıltmayan parmakla sayılabilecek bir avuç insan kalır yanınızda.
O zaman fark edersiniz ki, ellerine ufacık bir iktidar, ufacık sizi ezebilecek bir durum söz konusu olduğunda hiç de gözünüzün yaşına bakmaz dışarıda kalanlar.
Bu herkes olabilir, bir filozof, bir felsefeci dahil, herkes. Hayat yanıltıcıdır, insan yanıltıcıdır, dünya yanıltıcıdır, gelip geçen iktidarlar yanıltıcıdır ama vicdanlar rahatsızsa, yani ilahi adalet denen şey ucundan biliniyorsa, haksızlık yapan kişilerin itirafları da kaçınılmazdır. Yüzsüzler devam eder, kompleksliler gurur yapar.
Ben gerçek yaşamın kitap severler ve kitaplar arasında olduğunu düşünürdüm mesela ama bir yerde okumuştum. Sartre, Albert Camus'yle ortalık bir yerde tartışır. Onu aşağılar, yoksul olmasıyla dalga geçer, ''entelektüel camianın onu bir filozof olduğunu düşünmediklerini söyleyip durur.''
Varoluşçu filozofların dehası Sartre ''ben burjuvayım oysa sen fakirsin, ben gerçek bir Fransızım, sen felsefeyi Cezayir'de okudun, bense Sorbone'da okudum gibi kıyaslamalarla küçümser.
O gün Combat gazetesinden atıldığını ve beş parasız kaldığı hakkında tek bir söz söyleyemez dertleşemez bile Camus. Verdiği tek cevap, gülümsemek olur. Sonra da sırtını dönüp arkasına bakmadan gider. Camus'nin gerçeği bunlardan hiç biri değildir. Kimilerine göre keskin bir çizgi gibi görünen şey Camus'un kayıtsızlığıdır. Aslında yaptığı kıskanılacak bir harekettir. Toplumdan onay almış olmak, onun için değerli değildir. Onaylanma kaygısıyla yaptığımız hatalara izin vermez. Sessiz bir baş kaldırıdır ama derinliği olmayan kimse anlamaz. Yalandan hikayeler yazmaz, ben buyum diye şov yapmaz, tek kelime etmez. Gülümser ve gider. Hayran kalınası bir davranıştır.
Sartre'ı da suçlayamam, bazı fiziksel özelliklerinden dolayı hayatı boyunca bir tek annesinin onu seveceğini sanır, o da onu başka bir adam için terk eder. Bence onaylanma duygusu o zamandan başlar ki bir felsefecinin yapmaması gereken bir davranıştır. Travmaları psikologlar tedavi eder, felsefeciler değil. Onlar sadece yaşadıkları acının dışa vurumudur ama kendileri uygulayamadığı için empati de çok da güzel bir şey değildir.
Camus'ye göre insan dünyaya uyumsuz, saçma, rastgele ve sıradandır. Akıl dışı ve bilinmezdir.
İnsanlar bilinmezliği sevmeyip, bilineni de hor görürler. Şımarıklaşırlar, laubalileşirler bazen çirkinleşirler.
Zamanında kitabıma eklemek istediğim bir yazı vardı, sanırım bu konuya biraz anlam katıyor.
İnsan kendine benzemeyeni sevmez.
Kendine benzeyenden korkar.
Kendine benzeyenle yarışır,
Kendine benzemeyenle çatışır.
Kendine benzemeyeni yargılar,
kendine benzeyeni azarlar.
Kendine benzemeyenin ne yapacağını bilmez
Kendine benzeyenin de ne yapacağını o kadar iyi bilir ki ona karşı hiç bir zaman dürüst olamaz.
Nietzsche den bir alıntı yaparak kapamak isterim. ''Herkes benden bahsediyor ama gerçekte beni tanıyan yok''
İyisiyle, kötüsüyle kendini tamamlayamamışlara gelsin. Bu ara yine midem bulanıyor, dünya sağ olsun...
Nesrin Karyaldız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder